ULUBORLU'DA DÜĞÜNLER

KIZ İSTEME

Bir çocuk evlenme çağına geldiği zaman, ebeveyni konu komşunun gözüne kestirdiği bir kızı istemeye giderek, kızınız.......hanımı filancanın oğlu ......... efendiye biz münsaip görüdk. Siz ne dersiniz? diyerek kızı isterler ve oğlanı tezkiye için olur olmaz, hüner ve meziyetlerini saymaya başlarlar(Överler). Kız evi ise (İyi geldiniz, hoş geldiniz ama kızımız küçük, borçluyuz, evimiz pek yalnız, çocukta giderse elimiz ayağımız kuruyup kalacak) gibi sözlerle karşılarlar. Kızı isteyen taraf, (biz sizi sıkmayız, hepsine kolay bulunur, kızın yeri iyidir, kaçırmayınız) gibi gönül alıcı sözler sarfederler. Bu söze karşı kız evi, (nasip kısmetse ne yapalım, ne diyelim, Allah hakkımızda hayırlısını versin dileğiyle giderler. Talipler, kızın verilip verilmeyeceğini kendilerine yapılan ikramdan, ayakkabılarının çevrilmesinden, uğurlanmalarından birşeyler anlamaya çalışırlar. İkinci, üçüncü sefer gelişlerinde muvafık bulurlarsa bir çevre damada gönderirler. Oğlan evide altın yüzük gibi bir benek kız evine bırakırlar. Kız nişanlanmış olur. Buna nişan çevresi (kızla oğlan adı belli olur) derler. Bunun için halkta bir ata sözü vardır; Kızı alıncaya kadar oğlan evi, ölünceye kadar da kız evi diğerine yalvarır. Ve (ölünceye kadar geçineceğini, yoruluncaya kadar ara) derlermiş.

Said Demirdal "Bütünüyle Uluborlu-Monografi" 1968

 

NİŞAN HAMAMI

Kızın nişanlandığını ilan için yapılır. Bu merasimde oğlan evi kız tarafından ziyade ever. Çünkü kıza kendilerinden daha elverişli bir müşteri çıkması heran mümkündür. Bu yüzden herkesin kızdan alakasını kesmek, kızı kendileri tarafından garanti etmek lazımdır. Nişan hamamı, kız erkek tarafının akrabası, konu komşusu, dostları ve hamama davet edilmesi demektir. Hamama gidenler, kıza akrabalık derecesine göre (benek) adıyla altın ve giyim eşyaları hediye getirirler. Kız davetlilerin hepsini hamamda ağırlamaya, ellerine, ayaklarına, su dökmeye mecburdur. Bu benekler yüzünden her iki tarafta masrafa girerler. Fakat dedikoducu kadınlar tarafından mide bulandırıcı, ocaklar söndürücü sözler başlar.

* Görümce utanmadan şunu ne dedi de el içinde arttı.
* Halanın arttığı güzel ama pek az.
* Falancanın bebeği hoşuma gitti. Vs laf uzar. Her iki tarafın birbirine o günden itibaren kini, bu paçavralar yüzünden parlamaya başlar. Fakat memleket tabirince (El arı düşman gayreti) törene devam ederler. Bazende dedikoducular yüzünden nişan bozulur.

 

TABAK KALDIRMA

Çiftlerin nişanlanma ile düğün arasında bir oğlan evinin (Tabak Gönderme) adeti vardır. Bu hemen hemen Uluborlu'ya mahsus gibidir. Tabak gönderme işindeki masraf ortaktır. Nişan hamamındaki masraf, erkeğe aitti. Oğlan evi kız evine bu törende (şeker, sakız, bütün iççamaşırı, kıymetli ve ipekli elbise, ayakkabı, tarak, pudra, kolonya-önceleri misk, gülyağı v.s. gönderdiği gibi kız evide diğer tarafa, damat, kayınvalide, görümce, elti, nene, dede, amca, ini, teyze, hala gibi yakın akrabaya çamaşır takımı ve çerez göndermek suretiyle adeta masraf yarışı yaparlar. Bu adete (Tabak kaldırma, tabak gönderme) derler. Bazı aileler tabak muhteviyatını az gördüklerinden dedikodu başlar. Bu en ziyade tatsızlık oğlan evinden çıkar. Kız evi ( çocuğumuza baş kakancı olmasın) diye ağız açmazlar. Ne gariptir ki oğlan evinin kız tarafına yaptığı bütün hediyeler aynıyla gene oğlan evine kızla beraber gittiği halde kız evinin 20 senedir biriktirdiği sandık muhteviyatı da damat evine giderde hala laf söz eksik olmaz. Bunu terbiyesi görgüsü noksan, çirkef aileler yapmaktadırlar. Çünkü damadın gönderdiği hediyelerden bir tek toplu iğne kız evinde kalmaz.

Said Demirdal "Bütünüyle Uluborlu-Monografi" 1968

 

SANDIK GÖNDERME

Düğün yaklaşınca kız evine bir büyük gelin sandığı gönderilir. Bu sandığın içinde gelin hanıma yapılacak ne gibi kıymetli eşya varsa konulur. Mesela; Duvaklık, pullu, ağır ipekli entari, biri iplik diğeri ipek iki peştemal, hamam takımı, çarşaf. Şimdi ise çarşaf yerine manto-fanila, dekolte, gümüş veya altın bilezik, altın yüzük veya elmas küpe, bir ila beş adet arasında muhtelif kıymetli beşibirlik, ziynetli tarak, pudra, kolonya, iskarpin terlik, çorap gibi kıymetli eşya ile ağırlık namıyla 200-500 lira arasında para konur. Bu sandık bir cuma günü Sela ile Cuma namazı arasında akrabadan birisiyle kız evine yollanır. Zamanımızda sandık yerine aynı eşya bohça içine konup gönderilmektedir. Bu sandık, kız evinden tekrar kızın eşyaları konduktan sonra yine damadın evine iade edilecektir. Kız evi, sandıkta ki eşyanın yetersizliğini görürse, oğlan evinden ikmalini ister. Bazen anlaşma zor olur. Hatta bu anlaşma geriye de kalabilir. Bu pazarlığa ara bitirme derler. Kız alıp vermenin en güç safhası bu ara bitirme işidir. Bundan sonra baş bozma töreni gelir. Artık düğün yaklaşmıştır.

Said Demirdal "Bütünüyle Uluborlu-Monografi" 1968

 

BAŞ BOZMA

Sandık gittikten ve her iki taraf birbirleriyle anlaştıktan sonra baş bozma adıyla bir hamam töreni daha yapılır.Nişan hamamında ki masraf burada da yapılır. Davetliler, yine aynı kişilerdir. Hamama gelenler, birer benek getirirler. Nişan hamamında kaydedilen şekilde benekleri törenle takarlar. Bu benek denilen hediyeler daima iyiydi, köyüydü diye dedikoduya sebep olurlar. Fakat her iki tarafta el diline düşmemek için susarlar. Baş bozmadan sonra kızın akrabası hergün, düğün oluncaya kadar gelin olacak kızı hamama davet eder ve götürürler. Kızı hamama götürecek akraba veya komşu birgün evvelinden kızın evine baklava, börek, meyva vb. hediye göndererek kızı hamama davet eder. Kız mutlaka bu davete icabet edecektir. Masraf davetçiye aittir. Bazan davetçinin iki, üçü aynı güne rastlar. Bu takdirde kızın masrafı beraberce verilir. Kimi sabunu çalar, kimisi parasın bitirir. Hamam daveti düğün başladığı güne kadar sürer. Kız hamamda yıkanırken tellaklar, şarkı, türkü söyleyerek kızı yıkarlar. Kızın şerefi ve ailesinin hatırı, kızın hamama davet sayısıyla ölçüldüğünden kız analarının kurduğu bir planla bazen kendi paralarını çekerek yakın ve mahrem akrabasından bir kaç kişiye kızı hamama davet ettirdiği eskiden görülen şeylerdi. Gelin kızı yıkarken tellakların tef ve çinçan dedikleri tunçtan mamul müzik aletini de şu ağıtla çalarlar.

Yılan aktı kamışa 
Su kar etmez yanmışa 
Kimse deva bulamaz 
Eşinden ayrılmışa

Gibi buna benzer türkü, maniler söylerler...

Said Demirdal "Bütünüyle Uluborlu-Monografi" 1968

 

DÜĞÜN TUTULMASI

Düğünlerde behemahal evvelce Cuma ve Salı günleri öğleden sonra başlamak ve Zifaf(Gerdek) gecesini, Cuma ve Pazartesi gecelerine getirmek üzere tertibat alınrdı. Çok daha evvelleri, düğün bir hafta devam ederdi. Sonradan 3 güne inhisar etti. Şimdi de düğün bir gün olarak yapılmaktadır. Düğüne şöyle başlanır;

Kız ve oğlan kendi evlerine yakın bir evden müsait bir oda hazırlayıp açarlar. Memleket bu düğüne görmeğe hürmeten davetlidir. Gelenlere kahve, sigara, şeker, çay ikram edilir. Düğün başlamadan iki gün önce, erbabından kadınlara kadın okuyucu adıyla bir davetçi gönderilerek düğün gününü ve haberini bildirirler. 1914 yılına kadar bir erkekte erkekleri, kahveleri, okulları dolaşarak herkesi düğüne davet ederdi. Çünkü düğün yemekliydi. Düğünlerde kadınlara ve erkeklere ayrı ayrı mahalli çalgılar tutulurdu. Düğün süresince bu şamata evin içerisinde ve dışında devam eder. Gündüz ve gece düğün odası açık bulundurulur. Damat, kendi akrabalarına haline göre geceleri oldukça masraflı ve eğlenceli hususi bir eğlenti ziyafeti verir. 60 sene önce bu eğlenceler bolca olurdu. Köçekler ve aşifte kadınlar getirilirdi. Ahenk edilirdi. Artık bu gün bu rezalet görülmüyor. Ancak masraflı bir işret meclisi halinde gelip geçiyorlar. Şurası şayanı şükrandır ki; Bu meclislerde zabıta vukuatı görülmez. Düğün gelin eve gelmezden iki gün evvel başlarsa da gelin yüzü, kız ardı sıra gibi zaruri törenler dört gün devam eder. Düğüne gelen kadınlar düğün sahinine haline göre az çok para vermek adetine hala muhafaza ediyorlar. Kendini bilen ailelerden bu parayı kabul etmeyenlerde çoktur. Misafir kadınlara şeker, kahve, sigara ikram edilir. Düğün tutulmasıyla sürücüler merasimi başlar. Düğün sahibinin yani erkek evine mensup olan genç kız ve genç hanımlar eski atalardan kalma üç etekli sevahi entarilerini ve ipekli telli çarşaflarının giyerek gelibi zifaf gününden bir gün evvel hamama götüren kafiledir.

Said Demirdal "Bütünüyle Uluborlu-Monografi" 1968

 

ÇEYİZ ÇIKARMA

Vaktiyle çeyiz çıkarma töreni de en önemli merasimdi. Cumartesi veya Çarşamba günü sabah namazından sonra en ağır adamlardan bilhassa alim ve müderrislerden bir mürekkep bir heyet oğlan evinde toplanır. Kahve içmekte iken çeyiz çıkarmanın imtiyaz sahibi iki katır ve bir beygir ile oğlan evine gelir. Hayvanların boyunlarında ve semerlerinde asılı çorba tası büyüklüğünde çanlar olduğu halde büyük bir gürültüyle ortalığı birbirine katar. Halk bu gürültüye toplanır. Hayvanlardan birisine düğün yatağı, diğerine de geline yapılacak kilimler yükletilir. Heyheycilerde düğün odası önünde makamı mahsusta teganiye başlarlar. İçeriye hazır işareti verilir. Kasabanın ilim, ahlak, fazilet yönlerinde en kimse öne geçerek, diğerleri de onu takip ederek kafile halinde kız evine giderler. Yükler yıkılırken kafilenin büyüğü bir dua okur. Halk amin der ve dağılırlar. Heyheycilerin güfteleri ve besteleri anlaşılmaz bir halde idi.

Hayvanlara çeyizi sarıp getiren kimsenin hizmetine karşı az çok bir para verilirdi. Bu zata verilen imtiyaz, şehrin bütün içme sularının yollarına baktığı ve tamir ettiği içindi. Aldığı varidatta şunlardı:

* Çeyiz çıkarmasından dolayı verdikleri bahşiş
* Gelin çıkarırken hayvanlara sarıp götürdüğü çeyiz nakil ücreti
* Cibinlik ücreti
* Halkalı ile Araphatice arasında bulunan 7 adet ceviz ağacının mahsulleri

Bu adet 1914 1. Cihan Savaşına kadar devam etmiştir. Bundan sonra bu düzen bozuldu. Çeyiz çıkaran zatta ölmüştü. Yerini kimse tutamadı.

Said Demirdal "Bütünüyle Uluborlu-Monografi" 1968

 

KINA GECESİ

Düğün başladıktan ve gelin damadın evine gitmeden bir gece evvel kız evine kalabalık bir erkek cemaatıyla ilahi söyleyerek kız evine kına götürmek adettir. Bu kına evvelce maşala denilen bol ışıklı tenvir aletiyle delikanlılar tarafından götürülürdü. Hazırlanan bir tepsi veyahut bir sini içinde gelin kızın evine gidecek hediyelerle ve bilhassa gelinin eline yakılacak kına ile gidilirdi. Ağzı yakışan güzel sesli hafızlar ve makamı mahsusla ağıtlar söyleyerek memleketi şamataya boğarlardı. Meşale içinde yanan odunları yoldaki delikanlılar evvelden hazırladıkları kovalarla meşaleyi söndürmeye, götürenlerde ışıklarının sönmemesine çalışırlardı. Bu delikanlılar arasında zevkli bir işti. Düğün odalarına giren delikanlılar içtikleri kahvenin fincanını saklamaya ayrıca bir hüner sayarlardı. Bu karşıda ki tarafa karşı bi alaydı. Bunu bekar delikanlılar, darısı başımıza kabilinden yaparlardı. Fincan tekrar yerine iade edilirdi. Kınayı götüren kafile şu ağıtı söylerdi.

Kınayı aldık ele, gideriz başka ele,
Açık olsun yolumuz, ışık verir meşale.
Ateşimiz ferlidir, su dökmekle kesilmez,
Mahallenin aşağı uşağı, koşar yolda ezilmez. 

     Şereflidir, şanlıdır mahallenin düğünü
     Düğün olsun çözeriz, böyle çetin düğümü

Yorulmayız geliriz, mahalleden aşırı
Bizi gören beğenir, akıllarını şaşırır
Bu kutlu gün bizlere nice uğur getirir.
Mevlam bizi yarlığar yetmezleri yetirir. 

     Şereflidir, şanlıdır mahallenin düğünü
     Düğün olsun çözeriz, böyle çetin düğümü

Bu kafile kahveyi içtikten ve biraz dinlendikten sonra kız evinden verilecek dürü-yü alıp giderken şu manileri söylerler:

Dürü-yü aldık gideriz,
Dağı taşı yol ederiz.
Önümüzü kesemezler
Karşı geleni ezeriz 

     Haydi uşak yürüyelim
     Her dem böyle biz gülelim

Gittik, geldik bahşiş verin
Bize Maşallah deyin
Maşalayı söndürmedik
Hediye getirdik yiyin 

     Allah sizi mesut ede,
     Elem keder göstermeye
     Bu cemiyet kutlu olsun
     Sonra eyvah ne oldu deme.

Gibi sözlerle düğün sahibinden ücret isterler. Damat evinden kına geldikten sonra kadınlar kınayı bir tastakarıp gelin hanmın eline ve ayağına çamur halinde yakmaya başlarlar. Kına gecesine gelen kadınlar kına yakılırken getirdikleri benekleri kadın delaletiyle "Şu anasının, şu babasının, halasının, teyzesinin v.s) diyerek benekleri gelinin başına örterler. Bazende oraya çekilen bir ipe asarlar. Geline bir taraftan kına yakılır, bir taraftan da kadınlar ağıt söyleyerek gelin hanımı ağlatmaya ve anne babalarına teessür içinde bırakmaya sebep olurlar.

Said Demirdal "Bütünüyle Uluborlu-Monografi" 1968

 

GÜVEYİ HAMAMI

Düğünün üçüncü günü gelinin eve geleceği gün-sabahleyin damat ahbaplarıyla beraber hamama gider. Güveyi ve misafirler yıkanıp çıktıktan sonra kız evinden gelen güveyi elbisesi damada giydirilir. Sağdıçta kız evinden gelen çamaşırlarını giyer. Damadı giydiren kimse çamaşırların her parçasını misafirlere gösterir. Şerbet, limonata ikram edilir. Kokular serpilir. Güveyi çalgı ile cemaatle orada ahenk sonunda evine götürülür. Evvelce güveyi giydirirken heyheyciler yani ağtçılar kendilerine mahsus bir beste ile şu yakmayı söylerlerdi:

Hey, hey, hey.
Hazreti Alinin sancağını çekeriz
Dinimiz hak dindir, ona taparız.
Alırız kilseyi, cami yaparız
Biroy, biroy, biroy

Çoktur iyi gün dostu şu fenada
Dayanacak temel yoktur binada
Dayanma kimseye yalan dünyada
Biroy, biroy, biroy.

Dikeriz ağacı dal budak salar
Çoğalır evlatlar borular çalar
Düşmanlar gelir, ayağımızı yalar
Biroy, biroy, biroy

Kızıl elma bizim kutlu yurdumuz
Gider ta orada düşman vururuz
İsteriz hem güçük, hemde ulumuz
Biroy, biroy, biroy

Bey paşa olacak doğan torunlar
Birinden bin olur, ünlü orunlar
Cezayir, kızıl elmayı alacak onlar
Biroy, biroy, biroy

Bu milli ve şuurlu güftenin diğer beyitlerinden anladığımız mana şudur: Bu izdivaçtan alim, kamil, fadıl, yiğitler türeyecek, bunlar kızıl elmaya kadar gidecek bunu haber alan urum papa saçını yolacak. Bu manzumenin sonlarına rastlayan bu sözler hakikaten çok şuurlu derin manalar kapsayan bir mefhumdur. Demek ki Uluborlu'nun asırlar önce de münevver ve milli duygularla mücehhez olduğu görülmektedir. Bu neşide maelesef 1914'e kadar devam etmiş ve heyheycilerin ortadan kaybolmasıyla bu da duyulmaz olmuştur. Şimdi ise bunlar yerine ilahi ve dualar yapılmaktadır.

Said Demirdal "Bütünüyle Uluborlu-Monografi" 1968

 

GELİN ÇIKARMA

Düğünün üçüncü günü öğleden sonra oğlan evi tarafından birkaç kadın araba otomobil ile kız evine gönderilir. Çalgıcılarda bunlarla beraberdir. Bunlar gelin hanmı alarak damadın evine götürürler. Bunlara kız evinden de 2 kadın refaket eder. Gideceği ev yabancı olduğu için bu kadınlara gerek vardır. Ekseriye bu kadınlar zifaf gecesi oğlan evinde kalacaklardır. Gelin evvelce attan, şimdi otomobilden indikten sonra damat, bu kalabalığa avuçlarla para serper. Etraftakiler bu parayı toplamayı uğur adedip çantalarının bir yerinde saklarlar. Bu para serpme sırasında damat gelini koltuğa almıştır. Eve girerler. Bu merasim böylece bitmiş olur. Akşam oluncaya kadar duvaklı bulunan gelin hanımı görmeye ziyaretçiler gelir, giderler. Bunlara kahve, şeker, şerbet, ikram edilir. Halk akşam ezanında tamamen dağılmış bulunurlar. Gelin hanımın damada götürülmesi esnasında ata bindirilir, üzerine de civindirik adı verilen cibinlik tutulur. Gelinin ayakkabılarından başka hiçbir yeri görülmez. Gelinin duvağı damat gerdeğe girinceye kadar hiç açılmaz. Onu damat açacaktır. Evvelce koltuğa alma adeti yokken damat evin damında samur kürk giyerek gezinirdi. Atalar bunun hakkında "yeni güveyi gibi gezinme" sözünü söylemişlerdir. İşte gelin götürme koltuk ve para serpme töreni bundan ibarettir. Bu düğünün birinci safhası hitam bulmuş ikincisine sıra gelmiştir.

Said Demirdal "Bütünüyle Uluborlu-Monografi" 1968

 

GELİN YÜZÜ

Gelin hanımın geldiğinin ertesi günü kadınlar gelini görmeye gelir. Düğün sahibine az çok birer para da verirler. Ev sahibi gelen ve gidenden onlara laf yetirmekten adeta takatsız hale gelir. Bu zahmet ve kültfet yetişmiyormuş gibi ertesi günü kız ardı sıra denilen kız evini ve akrabalarını beklerler. Eskiden gelin yüzü töreni daha masraflıydı. Çünkü her gelene yemek çıkarılırdı. Yemekler keşkek, fasülye, fırın ekmeği, hoşaf, yaprak dolması zerde idi. Yemekler keşkeksiz olmazdı. Keşkek beş altı kazan olmalıydı. Düğüne gelmeyenlere de gönderilirdi. Şöyle ki; düğüne gelmeyen memleket halkından çocukların ellerine birer sahan veya bakraç verilerek düğün evinden istetirdiler. Buna ait bir de ata sözü vardır:

Düğün evini bilmeden keşkek kabını alıp seğirtme derler. Bu söz, sözünü bilmedik kimselere, anlamadan iş yapmaya kalkanlara karşıdır.

Said Demirdal "Bütünüyle Uluborlu-Monografi" 1968

 

KIZ ARDI SIRA

Düğünün dördüncü günü kız tarafı yakın akrabalarının ve komşularının hepsiyle birlikte ve baklava sinisini alarak kızlarını görmeye gelirler. Bu kadınların erkekleri de akşam yemeğine davet edilir. Kadınlara ayrı, erkeklere ayrı olarak iki sofra konur. Bu törenin adıda pilav günüdür. Yemekler çorba, kızartma et ve mahalli bir yemek olan banak, helva, pilav, zerde ve hoşaftır. Bu merasim büyük bir ziyaefet halinde cereyan eder. Çarşının esnafı ve bilhassa düğün sahibinin mensup olduğu sanat erbabı davet edilir ve yemek yenir. Pilav günün takipeden günden itibaren erkeğin yakın, uzak hısımları tarafından gelin davetleri başlar. Gelin hanımın düğünde hediye olarak yaptığı entari, havlu, ipekli peşkir, gömlek vs.ye mukabele etmek üzere gelin hanıma birer küçük büyük altın hediye verirler. Gelin hanımın yaptığı karşılıksız kalmaz. Düğün artı sıra ile sona erer. Bu son törene gelin daveti de derler.

Said Demirdal "Bütünüyle Uluborlu-Monografi" 1968

 

ÖRF VE ADETLERİMİZ

DOĞUM ve ÇOCUK GÖRME

Erkek olsun kız olsun bir çocuk doğunca hısım, akraba o eve çocuk görmeye giderler. Bunun zamanı belli değildir. Çocuk görme 3 günlükten yedi sekiz aylığa kadar yapılır. Sekiz aylıktan sonra çocuğu görmeye giden olmaz. Ancak başka memleketlerden gelen aileler olursa ona gidilir veya onlar gelir. Ziyaret şu suretle olur. Çocuğun doğduğu gün en yakın akrabasının göndereceği pirinç çorbası ile paluze denilen tatlıdır. Bu iş, pek yakın akrabaya düşen bir ödevdir. Aradan günler geçtikten ve hastanın sıhhati yerine geldikten sonra hısım akraba arasında çocuk görmeye gidileceği kararlaştırılır.

O gün hazırladıkları altın, kumaş, çeki, çemberi alıp öğle yemeğinden sonra çocuk evine varırlar. Hediyeler çocuğun tekkesine veya entari yakasına yahut beşiğin karyolasına iğne ile iliştirilir. Bu hediyelere çocuk görme beneği denir. Kızın anası lohusa için altın, entarilik, çocuk için kıymetli bir iki kıymetli hediye ettiği gibi damat beye de gömlek, kravat, çorap gibi şeyler hediye edilir. Bu toplantı akşama kadar devam eder. Akşam yemeğinden sonra biraz sohbetten sonra sona erer. Yemekler, kadın ve erkekler için ayrı sofralarda yenilir. Aralarında mahremiyet varsa aynı sofraya otururlar. Bu benek işi hiçte doğru değildir. Çünkü gelin beneklerinde olduğu gibi bunda da dedikodu eksik olmaz

Said Demirdal "Bütünüyle Uluborlu-Monografi" 1968

 

ÇOCUĞUN DİŞ ÇIKARMASI

Çocuk bir-birbuçuk yaşına geldiği ve diş çıkarmaya başladığı zaman dişin zahmet vermeden çıkması için gölle tabir edilen buğdağ haşlaması yapılır. Hısım ve akraba konu komşu huzurunda çocuğun başından dökülür. Huzurundakiler bu gölleyi ceviz ve bademle sohbet ederek yer.

Said Demirdal "Bütünüyle Uluborlu-Monografi" 1968

 

SÜNNET DÜĞÜNÜ

Erkek çocuklar için sünnet düğünü yapmak adettir. Sünnet düğünleri çocuğun bir iki yaşından başlayarak 12 yaşına kadar olan zamanda yapılır. Buda bazı dernekler gibi merasimle olur. Düğün şu şekildedir. Çocuk sahibi kudreti dahilinde hısım akraba ve ahbaplarını, konu komşuya davet edip bir ziyafet çekecektir. Bunlar düğün başlamazdan evvel hazırlıkla olur. Erkek ve kadınlara mahsus okuyucular çıkarılarak davetlileri düğüne çağırır. Gelenler ev sahibinin şerefi ile mütenasip hediyelerini getirip çocuğun yakasına takarlar. Bazı ailelerde ev sahibine koyun, erkeç, pirinç, şeker, yağ gibi düğün masrafına yardımı olacak şeyler gönderirler. Kadınlarda altın, gümüş para getirirler. Biraz sohbetten sonra sofralar kurulur. Gelenler ağırlanır ve hemen dağılırlar. Misafirlerin ardı arası kolay kolay kesilmediğinden gelenlerin çok durmaması gerekir. Düğün bir iki veya üç gün devam eder. Çocuk düğün gününün sonunda kesilir. Çocuğun bu ameliyattan sonra yatağa yatırılması ve gece uyutulmaması lazımdır. Çünkü uyursa kan boşalır derler. Bu sünnetçinin maharetine bağlıdır. Bu düşüncülerden dolayı bir takım oyunları, çalgılarla çocuğu uyutmazlar. Vaktiyle bu oyunlardan birisi de kapmık oyunuydu. Bu oyun eğlenceli olduğu kadar dazordur. Kapmık, tahin helvacılarının yaptığı şekerlerden mamul sert bir macundur ki tekerlek şeklinde olup ortasından tavana asılır. Onu, etrafına toplanan becerikli delikanlıların dişleriyle kapmaları ve yemeleri suretiyle oynanırdı. Evvelleri, sünnet kesileceği gün çocuk hamamdan geldikten sonra seymanlar yeni süvariler tertip edilip çocuğu aralarına birisinin himayesine vererek memleket içinde dolaştırılırdı. Hısım akraba evlerine uğranılarak çocuğa benek, seymanlara da şerbet verilirdi. Bugün ata binmek adeti, sünnet düğünlerinden gelin düğünlerine intikal etmiştir.

Sünnet düğünlerinde; banak, irmik helvası, pilav, zerde, hoşaf, ayran verilirdi. Bu günkü sünnet düğünleri memleket halkı çağında olmayığ ancak akraba ve samimi ahbaba inhisar etmektedir. Hakikaten bu günkü masraflar bile islaha muhtaçtır.

Said Demirdal "Bütünüyle Uluborlu-Monografi" 1968

 

ÇOCUĞU OKULA VERME

Evvelce kız ve erkek çocuklar yedi sekiz yaşlarına girdiği zaman mahalle mekteplerinden birisine törenle verilirdi. Okulların müddeti muayyen değildi. Çocuğun devamına ve zekasına göre değişirdi. Çocuk hangi okula verilecekse o okula haber gönderilir ve o okulun çocukları küme halinde ve bazı eli boş mahalle halkıyla sabahleyin ilahi söyleyerek çocuğun evine varırlardı. Oraya varanlar yemeklenir, çocuklara da çerez, şeker gibi şeyler dağıtılırdı. Bu iş bittikten sonra gelen cemaatle içlerine yeni okuyacak çocuğu da alarak ilahilerle okula gelinir. Hocaya çocuk teslim edilirdi. Ev sahibi bir gün öncede bir iki sini baklava hazırlar, çocuk almaya gelen heyet içinden iki çocuk da tatlı sinilerini başlarına alıp alaya karışırlardı. Bu siniler akşam üstü hocanın evine gider hocaya sunulurdu. Çocuk ebeveyninin "eti senin kemiği benim" sözü çocuğun hocaya verildiği gün söylenirdi. Bazı kurnaz hocalar çocuğu kendisine ısındırmak ve okula alıştırmak için elma, armut, incir gibi şeyler ikram ederlerdi. Okulun hafızları, çocuk almaya giderken ve okullarına dönerken yüksek sesle şu ilahiyi söylerlerdi:

Ne makluktur şol kimse kim
Okuduğu Kur'an ola
Allah ana rahmet kıla
Kalbi dolu iman ola

     Evladını veresin mektebe
     Anda bulasın mertebe
     Ol günde düşman mihnete
     Sana cennet mekan ola

Kur'an oku sen ey amu
Haram ola sana tamu
Uryan kala mahluk kamu
Nurdan sana seyran ola

Said Demirdal "Bütünüyle Uluborlu-Monografi" 1968

 

ÇOCUĞUN HAFIZLIĞI ve HAFIZ TÖRENİ

Okula verilen çocuk Kur'anı Kerimi bir defa indimi, hoca, çocuk velisiyle görüşür. Çocuğun hafız olup olmayacağını öğrenir. Hafız olacaksa ona göre yetiştirme usulü takip eder. Talebe bir defa Kur'anı Kerimi devredince bir kağıt ezber, dokuz kağıt yüzünden okumasu teklif edilir. Buna Cüzahiri derler. Her inişte birer kağıt kağıttan çiği biter. Her cüz ezberlenmiştir. Bu çocuk çiğ bittikten sonra hergün ezberden birer cüz okumak suretiyle hafızlık pişkin bir hale gelir. Bazı çocuklar günde birer kağıdı ezber edemediğinden birer sahifeden başlar. Günün birinde buda çiğlerini pişirmiş olur. Çocuk hafız dinlenecektir. Hafız dinlemek demek Cuma günü Cuma namazından evvel halkın huzurunda Kur'anı Kerimden herhangi bir cüzü ezberden okuması demektir. Okunacak cüzü camideki hocalar tayin eder. Sonraları bu usul yalnız amme cüzüne inhisar etti. Hoca çocuğun ebeveyniyle hafız düğününü kararlaştırır. Tedarik görülür. Davetçisi birgün evvelden çıkarılır. Cuma günü sabahleyin düğün başlar. Bu toplantıya memleket halkı davetlidir. Evvellce bu düğün üç gün sürerdi. Düğünde yemekler, banak, helva, pilav zerdeden ibaretti. Hafızın elbisesi, çuhadan abdestlik yani cübbe, ağabani, sarık, çuha şalvar, mest, kundura, püsküllü fes idi. Hafızlıktan kurtulan çocuk ta Rüşdiye okuluna gider, yahut gündüzleri bir sanata devam ettiği gibi bir medreseye de yazılırdı. Hafız artık hayata atılmıştır. Hafız düğünlerinde l, hafız alayı camiye giderken ve camiden gelirken şu ilahiler söylenirdi;

Kuran okusan ey hoca
Gündüz okur ve hem gece
Sarayları uçtan uca
Yakut ile mercan ola

Kuran oku sen ey hakir
Olmıyasın onda fakir
Şol kişiki kuran okur
Ahirette sultan ola

Kuran bilmiyen kişi
Müşkil olur anın işi
Gelir geçer yazı, kışı
Uhranda ser gerdan ola

Evladını ver mektebe
Anda bulasın mertebe
Şol günde düşme minnete
Sana cennet mekan ola

gibi bir çok ilahi ve kaside söylenirdi. Günümüzde böyle bir adet kalmamıştır.

Said Demirdal "Bütünüyle Uluborlu-Monografi" 1968

 

OYUN VE EĞLENCELERİMİZ

Eğlencenin her memlekette olduğu gibi Uluborluda'da eğlenceli, özel oyunlar vardır. İnsan ruhu yemek içmek kadar, gülüp oynamayada muhtaçtır. Bunun için halk muhitin şartlarına uyarak bir takım oyunlar, eğlenceler, masal ve hikaye, bilmeceler meydana getirmişlerdir. Oyunlarımız mevsimlere göre takdim edilmiştir.

İLKBAHARDA OYNANAN OYUNLAR: Kış ve güze mevsimlerinde görülmez. Kış oyunlarını da yazın ve ilkbaharda asla göremeyiz.

1. İlkbahar Oyunları: el topu, lakat lakat, heyfamer,sinenböcü, hamam, çalı basma, kazıktura, kazma çeliği, esir kapma, bohçe bohça, salıncak, cirit vs.
2. Yaz Oyunları: Dama, aşık tura, deliktaş vs.
3. Güz Oyunları: Koşu, elel üstü kimin eli var, kim vurdu, köşe kapmaca, vs.
4. Kış Oyunları: Çelik, çomak, curruk, kelik kapma, pırla, kar oyunlarıi tura, yüzük, içimizde kaz var, düdük, deliklerden kovuklara, ipipi, körebe, hellep, masallar, hikaye, bilmeceler, alaylar, vs. gibi oyunlar ve eğlencelerdir. Bunların herbirini ayrı ayrı tarif etmek uzun sürecektir. Bu yüzden birkaç tanesi üzerinde durduk.

GEZEKLER: İnsanlar günlük yorgunluklarını gidermek ve hoş vakit geçirmek için bazı eğlenceler icat etmişlerdir. Bunlardan biriside "gezektir"tir. Gezek, gezmek maksadındadır. Bir oyuna alem olmuştur. Uluborlu'da gezek denilince akran ahbap arasında sıra ile birbirine ziyafete gitmek anlaşılır. Bu, sırf erkeklere mahsustur. Gezekler, her sınıf halk tabakaları, sanat erbabı, arkadaşlar arasında nöbet ile yapılan bir ziyafettir. Gezeklerin tertibinde şu şartlar göz önünde tutulur.

1. Gezeklere alınacak arkadaşların hem akran ve hemde ayar olmaları ve sayılarının tesbiti.
2. Eğlencenin şekli, mahiyeti, ne gibi yemeklerin ve yemişlerin hazırlanacağı.(Fazla birşey veya noksan hazırlanırsa ceza verilir.)
3. Toplantının haftada kaç gün ve hangi günlerde olacağı saptanır.

Bu maddeler karar altına alındıktan sonra gezekçiler belli olmuştu. Bu heyet söz birliği ederek gezek nöbetini meclisteki arkadaşlarından birisine merasimle ve şu şu okşamalarla teslim eder: Evvela verilecek kimse meclisin ortasına konan bir iskemleye oturur. Ve o akşama başlar.

Bak arkadaş gezek aldın
Başını dertlere saldın
Bunlar obur, boşa çaldın
Aç keseni yar, yar, yar

     Kapınızda demir olmasın
     Sokakların çamur olmasın
     Baklavanız hamur olmasın
     Aç keseni yar, yar, yar

Bahçenizde erik olmasın
İçimizde yörük olmasın
Gezek evi çürük olmasın
Bravo yar, yar, yar

     Değirmende ununuz olsun
     Keten bezden donunuz olsun
     Gezeklerde ününüz olsun

Nakarat

     Evinizde vardır dolav
     Hem çıkar içinde alav
     Yağlı olsun bizim pilav

Nakarat

     Şahin değil, ha bir toydur
     Sininin ortasın oydur
     Koyunun yağlısın soydur
     İster canım yar, yar, yar,

Kömürü odaya çok yak
Odanız olsun hem sıcak
Deme ahbaplara yasak

Nakarat

     Zerde, hoşaf taldan olsun
     Limonlu çorbalar dolsun
     Ahbaplar hep kaşık salsın

Nakarat

     Asamızı mıha astık
     Biz gezeği sana kastık
     İsterik kadife yastık
     İsteriz vay, vay, vay

Said Demirdal "Bütünüyle Uluborlu-Monografi" 1968

 

MANİLERİMİZ

Milli nazım şekillerinden birisi de Manidir. Mani lirik mahiyeti haiz olan şiirlerin en güzelidir. Tarif etmek istersek; mani beste ile birlikte sözlerin iradıdır deriz. Maniler, halk şairleri tarafından irticalen ve sazla beraber hele uygun ve olaylara mutabık söylenen manzumelerdir. Mesela; Aşık Lütfinin bahri denilen muzip birisine sohbet sırasında ansızın kahvehaneye girmesiyle;

     Bahriyi görenler Veliy sanırlar
     Aklı olmadığından deli sanırlar
     Elinde görürler on telli sazı
     Dünya, ahiret malı sanırlar

deyişi gibi. Bunlar dörder mısrada yapılır. Bir adına da Dörtleme derler. Manilerde kafiye, birinci, ikinci, dördüncü mısralarda bulunur. Üçüncü mısra serbesttir. Çok vakit manalar son mısralarda tecelli eder. İlk mısraların manaları göze çarpmaz. Yalnız kafiye bulmak kaygısıyla meşgul olurlar.

Manilerde en ufak bir benzeyiş kafiye vücuduna kafidir. Zaten kafiyeler kulak içindir. Mesela;

     Altın tabakta vişne
     Gel yarim aşka düşme
     Bu aşkın sonu yoktur
     Nafile dile düşme

Demekle avam ve halk şairleri bir boşluk duymazlar. Zamanımızda vezni, kafiyesi olmayan şiirlerde görülmekte ve benimsenmektedir. Bu çeşit şiirler mana bakımından hoş görülüyor ve serbest vezin diyoruz.

Maniler, Uluborlu'da kadınlar arası sohbet ve yüzük oyunlarında, herhangi bir toplantıda becerikli kadınlar tarafından söylenmektedir. Bunun en canlısı, saz şairlerinin kahvehanelerde, meydanlarda muamma astıkları veya çoştukları zaman görülür. Bugün, bu saz ve söz şairleri maalesef görülmemektedir.

Eski Türkler maniye "Arandak, Aşule" adı verirlerdi. Bir zamanda "ozan, ozancı" dendi. Sonraları bu ad, aşık kelimesiyle ifade edilmiştir.

Uluborlu halkı, bu gibi irticalen şiir söyleyenlere "hak aşıkı, saz şairi" derler. Gülabi oğlu aşık Lütfü sazla beraber şiir ve mani söylediği için halk buna hala "Aşık Lütfi" diye yad ederler.Uluborlu'da söylenen bazı maniler.

 

İLENÇLER

Olmaya gomaya ermeyesice
Allah canını alasıca
Adı batasıca
Adı sanı kalmayasıca
Odu ocağı sönesice
Ekmeği tavşan, kendisi tazı olsun
Kökü kesilesice
Emdiği süt burnundan gelsin
Biriden emdiği kan öbüründen emdiği irin olsun
Yurdunda baykuşlar tünesin
Evlat yüzüne hasret gidesice
Evine ateş düşsün
Yurdunda yuvasında köpekler eniklesin
Allah'ın hışmına uğrasın
Ölüsünden kalsın
Ocağına incir ağacı dikilsin
Sürünesice
Sırtı teneşire gelesice
İki yakası bir yere gelmesin
Başına taş, ciğerine ateş düşsün
Hekime hakime versin
Boyunu yer yesin
Boğazına durasıca
Kazandığı darı, koyduğu seper olsun
Ciğerinden yansın
Cehennem kütüğü olasıca
Çenesi çekilesice
Çektiği damarlar dağlansın
Gözü çıkasıca
Allah dermansız dert versin
Defteri dürülsün
Zehir zıkkım yesin
Boyu devrilesice
Burnundan gelsin
Gittiği yoldan gelmesin
Kapısı kapanasıca
Kıvrıla kalasıca
Gözüne dizine dursun
Gisişi olsun da gelişi olmasın
Sırtın tahtaya tabanın göğe gelsin
Yere batasıca
Yaşını yer yesin
Yüzünü su dökücü görsün
Basına hırsız alması insin
Oğlu uşağı demir boku yiyesice
Ayıbını toprak örtsün
Geberesice
Bulmayasıca

Şanına muradına ermesin

 

ÖĞÜTLÜ SÖZLER

Ağır taş yerinden oynamaz
Oynamayan gelin yerim dar, yerim dar dermiş
Ağız yer yüz utanır
Aza nereye gidiyorsun demişler de çoğun yanına demiş
Yemenici, çırağına çal kirişi al kuruşu demiş
Boş boğazı cehenneme atmışlar da odun yaş diye bağırmış
Babası oğluna bir karık bağ vermiş de oğlu babasına bir çitim üzüm vermemiş
Tilkiye tavuk güder misin demişler de ayağım yalın ayak diye nazlanmış
Cimri karısına "malını yeyip de ölen mi var kes bir soğan daha" demiş
Hırsıza niçin namaz kılarsın demişler de biri harcım biri borcum demiş
Değirnemciye, salgın salmışlarda oda müşteriye salmış
Doğru doğru minare, onun da içi eğri
Devenin üstünde yelli bir günde kavut yiyen adama ne yiyorsun diye sormuşlarda böyle giderse hiç demiş
Sarmısağı gelin etmişler de kırk gün kokusu cıkmamış
Ayrık tarlaya sonradan girmiş de yanındaki otlara canı sıkılan varsa çıkıversin demiş
Kabahattan kürk olsa zemheride giyen bulunmaz
Saksağan keklikten yörüm öğreneyim derken, kendi sekişini de unutmuş
Sıçan deliğine sığmazken bir de kuyruğuna kabak bağlamış
Sıçanın eniği yüklükte kilim keser
Akıllı düşününceye kadar deli bayram eder
Katıra baban kim demişler de at dayım demiş
Tospagıyı bir bağdan diğerine atmışlarda o bağ olacağına bu bağ olsun demiş
Kurda niçin ensen kalın demişler, kendi işimi kendim görürüm de ondan demiş
Koça kuyruğun neden o kadar büyük demişler, arkamı ancak örtüyor demiş
Fakir zenginin malını hesap ederken bir kütük çıra yakmış
Kele yundun mu demişler, ben tarandım gidiyom demiş
Nasrettin Hoca'ya karın çok geziyor demişler, o da iftira ediyorsunuz o kadar gezse bize de uğrardı demiş
Arap eli öpmekle ağız kararmaz
Her taş yerinde ağırdır
Gökten palan yağsa kuskunu boğazıma geçmez
Çiçek sepete girmez
Üyüllüden gelirse bir evlek daha aç, Pupa'dan geliyorsa zevleyi kır kaç
İşten artmaz dişten artar
Koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi derler
İki çıplak bir hamamda yakışır
Kadının birine hamamda iken "kocan buydu" demişler de, "delirmiş mi? Ben burda yanıyorum" demiş
Eğreti ata binen tez iner
Satın armut sapına kadar
Yamamadan giyemedim, yalamadan doyamadım
Usta çivi çalmaz, düşeni almaz
Tandır kemale geldi hamur tükendi. Yaş kemale geldi ömür tükendi
Atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli derler
Malın iyisine pazar, insanın iyisini nazar bilir
Adamın birisi "bal bi datlı, bi datlı" demiş "nerden biliyorsun" demişler, "beyler yerken bizim oğlan görmüş de bana deyiverdi" demiş
Katrandan olmaz şeker, cinsine tükürdüğüm cinsine çeker
Kelden kel olmaz, körden kör olmaz, ille deliden deli olur
Yüğrük at yemini kendi artırır
Kötü komşu adamı mal sahibi yapar
Aç köpek fırın deler
Az verme hırsız olur, çok söyleme arsız olur
Çok söz yalansız, çok mal haramsız olmaz
Düğünsüz ev olur, ölümsüz ev olmaz
Hamama giren terler
Hesapsız kasap ne bıçak kor, ne masat
İşin yoksa şahit ol, paran çoksa kefil ol
Elden gelen öğün olmaz, o da vaktinde gelmez
İnanma dayına ekmek al yanına
Kırk hırsız bir çıplağı soyamamışlar
Kırk gün ölet (salgın) olmuş da, eceli gelen gitmiş
Köpeksiz köy bulunca çomaksız oynar
Mal canın yongasıdır
Lazıma baha yetmez
Nasipse gelir Hint'ten, Yemen'den nasip değilse ne gelir elden
Ölü ile deli sahibinindir
Ödünç yiyen kesesinden yer
Sağır işitmese de yakıştırır
Sulu dereye götürür de susuz getirir
Tok ağırlamak zordur
Tatlı ekmeğin yoksa, tatlı dilin de mi yok
Üç nal ile bir ata kaldı
Yarım hekim candan, yarım imam dinden eder
Yazın başı kaynayanın, kışın aşı kaynar
Yova yerliyi kovar
Zulüm ile abad olanın, ahiri berbat olur